Uygar Özesmi ile Yaşama Dair: Kuş Gözlemciliğine Başlangıç

Söyleşi: Gamze Nokay

Almanya’da doğanın içerisinde mutlu ve güzel bir çocukluk geçirdikten sonra 8 yaşında Kayseri günleriniz başladı. Nasıl geldiniz Kayseri’ye? 

Evet, Almanya’da doğa ile iç içe, mutlu bir 3 seneden sonra özellikle ben ve kız kardeşimin eğitimi için; aynı zamanda ailemin yaşam ve kariyer amaçları için Türkiye’ye döndük. Annem ve babam o dönemin Hacettepe Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Fakültesi dekanının davetini kabul ederek, Kayseri’ye öğretim üyesi olarak geldiler. Daha sonra Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin kuruluşunda yer aldılar.

Kayseri o zamanlar 350 bin nüfuslu küçük denebilecek bir şehirdi ve üniversitesi yoktu. En göze çarpan özelliği, şehrin yanı başında yükselen, olağanüstü bir doğal abide, Erciyes Dağı’ydı. Böyle heybetli bir dağı görünce neden insanların dağlara tanrısallık atfettiklerini anlayabiliyorum. Erciyes Dağı (3916 m), her daim kendini hissettiren, konuşturan, şehrin en önemli özelliğiydi.

Doğayı keşfettiğiniz Almanya günlerinden sonra Kayseri’de doğaya merakınız, ilginiz nasıl devam etti? 

Kayseri yıllarında da doğaya olan ilgim artarak devam ediyordu. Özellikle Annemin aldığı Redhouse Yayınevinin yayınlamış olduğu doğa serisi kitaplarını elimden düşürmeden okuyordum. Göllerimiz, Sulakalanlarımız, Çiçekler, Amfibi ve Sürüngenler, Memeliler ve tabii Kuşlar, hatta ayrıca Kuş Göçleri. O dönemde TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi’ne de aboneydim ve sürekli okuyordum. Bir gün dergide Sultan Sazlığı diye Kayseri’de bulunan çok önemli bir doğal alandan ve kuşlarından bahseden bir yazıya denk geldim. Kayseri aynı zamanda Erciyes dağı nedeniyle kayakçıları ve dağcılarıyla da meşhurdu. Aileme Sultan Sazlığı’na gitmek istediğimi söylediğimde, orayı bilen 2 dağcı öğrencileri bizi Sultan Sazlığı’na komşu Ovaçiftlik Köyü’ne götürdüler. 

Sultan Sazlığı Erciyes Dağı’nın Güney yamacında yer alan, Develi Kapalı Havzası’nda, etraftaki çaylar, dereler ve aynı zamanda kaynak sularıyla beslenen, Türkiye’nin en önemli kuş cennetlerinden biridir. Oraya gittiğimiz o kış gününü hiç unutmuyorum. Bütün Sultan Sazlığı’nın Güney Sazlıkları buz tutmuştu. Cam gibi buzun içinden altın sarısı kamışlar fışkırıyordu. Koşup ayağını vurduğun zaman paten kayar gibi sazlığın içindeki kanallarda gezinebiliyordun. O soğuk kış gününde Türkiye’deki en yaygın su kuşu türlerinden bir tanesi olan sakarmekelerden Fulica atra binlerce vardı. Alnı beyaz olan canlılar için dilimizde “sakar” sıfatı kullanılır. Bu kara kuşlar onlara çok yaklaşmamıza rağmen; hem havanın soğuk oluşundan hem de kitlesel olarak botulism hastalığına yakalandıkları için kaçmıyorlardı. Kuşlarda botulism, Clostridium botulinum adlı bakterinin ürettiği botulinum nörötoksinlerinin kaslarda felce neden olması sonucu oluşan solunum yetmezliği nedeniyle ölüme neden olur. Can çekiştiğini gördüğüm yüzlerce kuş vardı… ayaklarımın önünde can çekişen biriyle göz göze geldim. Onu usulca atkıma sarıp tedavi etmek üzere yanımıza aldık. O akşam evde babam bir kuşa dair sınırlı tıp bilgisiyle iyileştirmeye çalıştıysa da zavallı hayvan ertesi güne çıkamadı. Bugün hala o zarif boğumlu, uzun parmaklı ayakları ve simsiyah boncuk gibi gözü ile o güzel kuş gözümün önündedir.

Bu travmatik başlangıca rağmen Sultan Sazlığı’na gitmeye devam ettiniz mi? 

Doğru çok üzücü olmuştu, ama Sultan Sazlığı’na bir kez aşık olunca sürekli ve düzenli gitmeye başladım. Giderken annemin bana hediye ettiği Redhouse Yayınları’ndan çıkan modern kilim dokuma sanatçısı Belkıs Balpınar ve Türkiye’nin meşhur kuş ressamı olan Salih Acar tarafından yazılan “Kuşlarımız” isimli kitabı yanımda götürmeye başladım. Belkıs Hanım ve Salih Bey aynı zamanda Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin kurucuları arasındadır. Çıkardıkları bu kitapta kuşlar sadece siluetler halinde çizilmişti; kuşların türü, nerede yaşadığı, nasıl beslendiği anlatılırdı kitapta. Bu kitaptan kuşları tanımlamak zordu. İlk tanımladığım kuş haliyle sakarmekedir. Diğer kuşları, zor da olsa tariflerinden tanımlamaya çalıştım. 

Sultan Sazlığı’na 2-3 haftada bir gidiyorduk. Tabiatı Koruma Alanı Bekçisi Mustafa Akbulut ve onunla beraber bütün Akbulut sülalesi bana sahip çıktı. Bir gün bana sazlığa, orayı keşfetmemi sağlayan yazıyı  yazan Can Bilgin, Sancar Barış ve Reşit Akçakaya’nın geldiğini ve kuş gözlemlediklerini söylediler. Onlarla tanışmaya gittim ve arazide buldum. Birlikte Güney Sazlıkları’nın güneybatı ucunda yer alan çay ağzına doğru kuş gözleyerek ilerledik. Çay ağzında binlerce değişik türlerden sumru vardı, ve orada sazların arasında ve küçük yüzer vejetasyonun üzerinde yuvalar yapmışlardı… Sumru Sterna hirundo, Kara Sumru Chlidonias niger, Akkanatlı Sumru Chlidonias leucopterus, Bıyıklı Sumru Chlidonias hybrida, Küçük Sumru Sternula albifrons, hepsi bir arada inanılmaz bir görüntüydü. Dönüş yolunda sazların arasından yükselip kaybolan Küçük Balabanlar’ın Ixobrychus minutus yanısıra bir de Balaban Botaurus stellaris gördüğüm için çok heyecanlıydım. Bilen birileriyle kuş gözlemek çok daha zevkli ve kolay oluyordu, sevinçten uçarken birden siddetli bir doluya yakalandık, kendimizi o zamanlar yeni açılan prefabrik Sultan Sazlığı Ziyaretçi Merkezi ve Yönetim Binasına  zor attık. Bizimle beraber doludan kaçan kırlangıçlar da Hirundo rustica içeriye dolmuştu. O akşam Kuşlarımız kitabıyla cebelleştiğimi gören Sancar, Can ve Reşit daha sonra bana ilk gerçek anlamıyla kuş rehber kitabım olan “The Hamlyn Guide to Birds of Britain and Europe”u hediye ettiler. Bu kitap sayesinde kuşları çok daha rahat teşhis edebilmeye başladım. Daha sonra Sancar Barış benim çok yakın arkadaşım oldu. Sancar, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde patoloji profesörü oldu ve orada Ornitoloji Araştırma Merkezi’ni kurdu. Bu merkezden çok iyi ornitologlar yetişti ve yetişmeye de devam ediyor.

Reşit ve Can ODTÜ Biyoloji Bölümü’nde öğrenciydiler, sonra birlikte ABD’ye gittiler. Reşit orada kaldı, SUNY’de dersler verdi ve Ramas GIS diye koruma biyolojisi camiasında meşhur olan nesli tehlike altındaki canlı türlerinin popülasyon analizlerini yapan ve böylece bu canlı türlerinin korunmasına yönelik bir yazılım geliştirdi. 

Can ise ülkeye döndü, ODTÜ’te doktorasını bitirdikten sonra, ekolojik ve biyoçeşitlilik alanında profesör oldu ve halen değerli öğrencileri yetiştirmeye devam ediyor.

Türkiye’nin ilk kuş gözlemcisi Tansu Gürpınar’dır, sonra Selim Somçağ vardır. İstanbul’da Çamlıca tepesinde İngilizler ile göç izleyerek kuş gözlemciliğine başlamıştır. Ondan sonra “Genç Ornitologlar” diye tanınan Reşit, Can ve Sancar gelir. Türkiye’de kuş gözlemeye başlayan altıncı kişi olduğum söylenebilir.

Bütün bunlar olurken 10 yaşındaydınız değil mi? 1980’de Sultan Sazlığı nasıl bir doğal alandı?

Doğrudur. Bir kere o zamanlar Sultan Sazlığı’nda su boldu, kayıklarla sazlıkların içinde “Cerek” denen uzun sopalarla gezilebilirdi. Venedik gondolları gibi düşünebilirsiniz, ancak düz tabanlı ve kaba şeylerdi. Sazları Phragmites australis kesip sazlığın dışına taşımak için kullanılırlardı bu kayıklar. Mustafa Akbulut bana bu kayıkları kullanmasını öğretti ve sonra kullanmam için bir kayık gösterdi. Bu kayıkla sazlığın içindeki yüzer adalara çıkardım. Sazlığın ortasındaki suyun derin olduğu alanlarda Sarp Göl ve Eğri Göl denen yerde yüzer saz adalar bir uçtan diğer uca rüzgarla hareket ederdi. Saz adaları, sazların yatay köklerinin çoğalması ve biriken organik madde ve anaerobik çürüme ile beraber gaz çıkışının artmasıyla tabandan kopup yüzer hale geçerdi. Bu adalar ördekler için korunaklı yuvalama yerleriydi… Bu adalarda yeşlibaş Anas platyrhynchos gibi çokça görülen ördek türlerin yanında elmabaş Aythya ferina, pasbaş Aythya nyroca, Macar ördeği Netta rufina, yaz ördeği Marmaronetta angustirostris ve dikkuyruk Oxyura leucocephala gibi nesli tehlike altında türler de ürerdi. Neredeyse adım başı içinde onlarca yumurta bulunan yuvalara rastlamak mümkündü. Geçmişte buradan toplanan yumurtalar Kayseri’deki pastacılara gönderilirmiş… şimdi sayıları o kadar azaldı ki!

SultanSazlığıMapBir anımı anlatayım. Bugün bunu artık bir daha yaşayamayacağımı biliyorum. Sarp gölde kayıkla yavaş yavaş süzülüp suya bakarken durdum, dona kaldım. Suyun içinden bir dikkuyruk yavrusu dikkatle bana bakıyordu. Bir süre bakıştık sonra inanılmaz bir hızla suyun altında süzülerek, on metre ileriden çıktı ve sazların arasına karıştı. Dikkuyruk yavruları daha yumurtadan çıkar çıkmaz inanılmaz yetenekli dalıcılardır.

Sazın içindeki bir başka doğal hazine de küçük karabatak Phalacrocorax pygmeus, çeltikçi Plegadis falcinellus, kaşıkçı Platalea leucorodia, akbalıkçıl Egretta garzetta, büyük akbalıkçıl Egretta alba, erguvani balıkçıl Ardea purpurea, alaca balıkçıl Ardeola ralloides gibi envai türden kuş ile büyük bir balıkçıl kolonisiydi. Bugün koloninin içine kadar girdiğimizi düşününce, verdiğim rahatsızlığı düşünüp çok üzülüyorum, bir TRT belgeselinde de koloninin içine kadar girip film çekmişlerdi. Bugün böyle şeyleri çok yanlış buluyoruz. Gerçi o zamanlar bu türler çok daha fazla ve rahat ürüyordu, verdiğimiz zarar  yerine geri geliyordu, bugün böyle değil. Ünlü ekolog Fikret Berkes’in Kutsal Ekoloji Sacred Ecology diye bir kitabı vardır. Burada Avrupalıların işgali öncesi Kanada’daki yerli halklardan bahseder ve der ki, yerliler önlerine ne gelse öldürüp geçerlerdi, ne var ki nüfus ve etkileri o kadar azdı ki – daha onlar geçip giderken doğa kaybedileni tekrar yerine koyardı. 

Sultan Sazlığı suyu alkali diyebileceğimiz bir sazlıktı, ilkbaharda taştığı zaman suyu kuzeye hareket eder ve tuzlu Yay Gölü’ne doğru akardı. Getirdiği besin maddeleri sayesinde Yay Gölü’ne can gelirdi. Benim zamanımda değil ama 1970’lerin başında Tansu Gürpınar Yay Gölü’nde 2000 flamingo ürediğinden bahseder. Ben ilk Yay Gölü’nün kıyısına 1980 senesinde vardığımda 40.000 civarı flamingo Phoenicopterus ruber ile karşılaştım. Flamingo sesinin yüksekliğinden kendi sesimi duyamıyordum. Sonra birden herhalde fazla yaklaşmış olmalıyım hepsi havalandı ve gökyüzü karardı derler ya öyle oldu, gökyüzü pembe beyaz ve siyah çizgilerle bezendi…  geride kıyıda telaşlı bir şekilde dibi süzerek beslenen siyah beyaz renkleriyle kılıçgagalar Recurvirostra avocetta ve pas renkleriyle angıtlar Tadorna ferruginea kaldı. Göç sırasında Yay Gölü’nün etrafındaki düzlüklerde Turnalar Grus grus konaklardı, boz kazlar Anser anser ve sakarca kazları Anser albifrons çamur düzlüklerine sürüler halinde inerdi. Bir sefer hatırlıyorum sel düzlüklerinde yürürken adım başı kaz dışkıları ile karşılaştım, olağan bir durum esasında, ancak ilginç olan her bir dışkının içinden bir kök salmış filizin fışkırmış olmasıydı… Kazlar bitkilerin yayılışı için hem ulaşım hem de besin sağlıyordu. İşte doğa böyle olağanüstü bir varoluştur, nitekim Yay Gölü’nun hemen üstünde yine gölü sularıyla besleyen Kuzey Sazlığı vardı. Kuzey Sazlığı’nın suları ise Erciyes Dağı’nın beslediği büyük Soysallı pınarlarından geliyordu… Kuzey batıya doğru devam edince de çok tuzlu ve yazın tamamen kuruyan bazen içindeki Artemia salina isimli kabuklu yüzünden kızıl renge bürünen Çöl Gölü vardı. Flamingoların pembe rengi var ya… işte o da Artemia salina’nın içindeki kırmızı beta-karoten pigmentlerinden gelir. 100 milyon yıldır gezegenimizde hiç değişmeden yaşayan bu canlı Flamingoların ana besin kaynağıdır, ve yedikçe flamingolar pembeleşirler. Tatlı suda, parklarda tutulan, doğadan koparılmış flamingolar bir süre sonra beyazlaşır.

Flamingoların ve diğer su kuşlarının suda ne yediklerini çok merak ediyordum, onun için sudan bir örnek aldım ve mikroskopun altına sürdüm… ve bambaşka bir dünyaya adım attım, ama onu da bir başka gün anlatayım…

tarafından yazıldı

http://about.me/uygarozesmi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s