Dünyamız Tükenmeden

Mevcut hayatlarımızda durup gökyüzüne baktığımızda hiçbir yıldız göremiyoruz. Çünkü şehrin ışıkları yıldızların ışığını örtüyor. Oysa şehirden ayrılıp bir dağın tepesine çıkıp gökyüzüne baktığımızda içinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi ve yıldızlar bizi büyülüyor. Sabah uyanıpta aşağı baktığımızda çam ağaçlarının üzerinde inmiş bulutlar, ufka doğru tepeler, ne kadar büyüleyici, narin ve nadide bir gezegende yaşadığımızı fark ettiriyor. Halbuki biz yaşamlarımıza hiç o şehirden çıkmayacak gibi doğayı ve insanları sömüren sistemin içinde o sistemi besleyerek devam ediyoruz.

Sistem adil olmayan, çökmekte belki de çökmüş bir sistem. Dünya nüfusunun en zengin %10’u küresel varlığın %76’sını elinde bulunduruyor. Dünya nüfusunun en yoksul %50’si ise dünya varlığının sadece %2’sine sahip. Sadece bu rakamlar bile varlık ve gelir eşitsizliği konusunda insanı dehşete düşürüyor. Bir sömürü düzeni olduğunun aleni göstergesi. Türkiye’de de bu eşitsizlik aynı şekilde kendini gösteriyor. Bu istatistiklerin gösterdiği bir başka gerçek var! Dünya varlıkları doğru dağıtılsa, bütün nüfusun temel ihtiyaçları ve daha fazlası karşılanabilir. 

Sorun mevcut ekonomik sistemin kurgusu, aynı zamanda bu kurgunun doğayı kirletip, bozup, mevcut doğal varlıkları yer yer yok etmesi. İnsanlık adına ve etik açıdan, bizimle dünyayı paylaşan insanların ve diğer doğal varlıkların ihtiyaçlarını karşılayamıyor olması bir utanç kaynağı. 

Tüketim Ekonomisinin Etkileri

Yaşamımızı sürdürmek için ihtiyaçlarımız var. Bu ihtiyaçlar beslenme, sağlık, barınma, giyinme ve eğitim ile sınırlı değil. Sevme ve sevilme, kendini ifade edebilme, güvende hissetme, başarı ve mutluluk da ruhsal ihtiyaçlarımız arasında sayılır.

Ekonomik sistemin etkisi ve toplumsal sistemdeki kurgulanış biçimi ise ruhsal ihtiyaçları tamamen karşılayacak koşulları sağlayamıyor. Ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde mutluluk seviyesi ve öngörülen insan ömrü artarken, dünya nüfusunun en yoksul %50’sinin çoğunu barındıran az gelişmiş ülkelerde bu seviyeler giderek azalıyor. 

Ekonomik sistemdeki temel yanlışlardan biri tüketim ekonomisi. Dünya bir tüketim çılgınlığı içinde! Tüketim ekonomisinde, kişilerde veya tüzel kişiliklerde biriken artı değerler ya daha çok tüketimi besleyen üretim için yatırıma ya da tüketimin kendisine gidiyor.  Dünya nüfusu 8 milyar civarındayken, her yıl ortalama 80 – 150 milyar arası kıyafet satışı gerçekleşiyor. Bu da kişi başı 10 – 19 parça kıyafet alışverişi demek. Bu ortalama miktar bir kişi için bile fazla… doğaya etkisi ise korkunç.

Reklam sektörü ise ihtiyaçlar için insanları etraflıca bilgilendirmeden ziyade ihtiyaç duygusu yaratma ve toplumsal statü belirleme üzerine kurulu. Bir şeye sahip olmak, çok ve belirli markaları tüketmek; ihtiyaçlarımızı karşılamaktan öte toplumsal grubumuzu belirliyor ve statü sağlıyor. Gereksiz yere ortaya çıkan bu tüketim ise doğa üzerinde geri dönülmesi imkânsız veya çok zor ve pahalı olan büyük bir tahribata yol açıyor. Bunun sonucunda ise paylaştığımız gezegenimiz hızla yaşanmaz hale geliyor. Sonunda bizimle beraber bu gezegeni paylaşan bütün canlıların ölmesi veya acı çekmesi söz konusu. WWF’in Yaşayan Dünya Raporu’na göre 1970’ten 2020 yılına dünyada görülen memeli, kuş, balık, sürüngen ve amfibi hayvanların nüfusu %68 oranında azaldı. Biyoçeşitlilik krizinin en fazla olduğu bölgeler %94’lük çeşitlilik kaybı yaşanan Latin Amerika ve Karayipler

Daha Az Kullanmamız Gerek

Yeni bir kullanım ahlâkına veya tüketmeme ahlâkına yani diğer bir deyişle türetime ihtiyaç var. Tüketmek yerine kullanmaya ya da daha az kullanmaya yönelik değerlerin, ekonomiyi şekillendirmesinin yollarını bulmalıyız. Bu kapsamda ekonomik üretime yapılan yatırımların, öncelikli olarak temel ihtiyaçları kaliteli ve düşük maliyetlerle, çevreye en az zarar veren şekilde karşılamasına yönelik olarak örgütlenmesi gerekiyor. Sanayinin bu değerlere göre şekillenmesi ise başta devlet politikalarının bu yönde teşvikler vermesi ve ortak kurallar koyması ile mümkün. 

Reklam sektörü ise toplumsal ve çevresel fayda üzerine kurgulanmalı. Nasıl tütün ve alkollü içeceklere veya sağlık sektörüne yönelik reklamlara dair düzenlemeler varsa aynı şekilde reklam içerikleri ve yoğunluğuna dair düzenlemelerin de, bu yeni toplumsal ve değerler çerçevesinde şekillenmesi gerekli. Bu değerler çerçevesinde toplumsal statü de ne kadar tükettiğimizle değil, ne kadar az kullandığımızla veya türettiğimizle belirlenir hale gelmeli. 

Toplumsal bilincin daha az kullanmaya göre geliştirilmesi evden başlayıp yüksek öğrenime kadar devam eden eğitim sürecinde, bu değerlerin içselleştirilmesi ile mümkün. Gereğinden fazla ve doğal varlıklar üzerine yük getiren kullanımların toplumsal açıdan kabul edilemez hale gelmesi için ne yazık ki zamanımız kalmadı. Hızlı bir tüketimden türetime paradigmatik bir değişikliğe ihtiyaç var.

Hemen tüketimden vazgeçmeli; tasarruf ve yetinme değerlerine sahip toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeli türetim ekonomisini hayata geçirmeliyiz, dünyamız tükenmeden!

tarafından yazıldı

http://about.me/uygarozesmi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s