Öyle zamanlar vardır ki büyük değişikliklere gebedir. Sanki zamanın döngüsü kendi yükü altında ezilir. O gerginliği hissedenler önümüzde açılmaya başlayan geleceğin nereye gideceğinden endişelidir. Çünkü o gelecek olumlu bir dünya yaratabilecekken bir hızlı çöküşe doğru da gidebilir.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde dünya kaynaklarının paylaşımı üzerine gelişen hızlı değişim sırasında biliyoruz ki, Alman halkının büyük çoğunluğu kendilerini ve dünyayı bekleyen felaketin farkında değildi. Aydınlar sürekli haykırsa da, ancak savaşın yok ettiği yaşamlar ve soykırıma dair utanç verici görüntüler ortaya çıkığında, bu sözde uygar toplum yaşadığı çağın farkına vardı… Yıllar sonra kızı babasına “Sen o dönemde ne yaptın?” diye sorduğunda, yüzü kızardı utandı!
Dünya’nın en saygın bilim adamları, bugün içinde yaşadığımız vahşeti bize bütün çıplaklığıyla anlatıyor. 2007’de Bali’de Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’nda gençler kürsüye çıktı ve “kral çıplak” dedi. Bilim adamları, çocuklar, gençler, toplumu sorgulayanlar, aydınlar çağın farkında. Dünya genelinde ekonomik, sosyal ve ekolojik felaketleri tetikleyecek tehlikeli iklim değişikliğine hızla yaklaştığımızı görüyorlar. Çocuklarımız hatta biz, tehlikeli iklim değişikliği sonucunda büyük acılar çekebiliriz. Bundan 50 yıl sonra oğlu annesine sorduğunda “Anne sen ne yaptın?” diye, ya sarılıp “Hep beraber mücadele ettik” diyecek ya da elleriyle yüzünü kapayacak!
2007 ve 2008 yılı ülkemiz için sıcak ve kurak bir yıldı. Dünya gündemi iklim değişikliği ile çalkalandı. Ankara’da sular kesildi, sağlık riskleri doğdu. Kuraklığa bağlı olarak orman yangınları geçmiş yıllara göre çok daha fazlaydı. Yanan ormanların yanında, her geçen gün artan özel taşıtlarla, açılan termik santrallerle, atmosferdeki sera gazları hızlanarak arttı. Muhtelif yerlerde zehirli variller bulundu. Toprak Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikle Cargill Glikoz Fabrikasına özel af getirilmeye çalışıldı. Bu arada yıllardır işgal edilen orman arazilerine fiili af getiren Orman Kanunu’ndaki 2B maddesinin uygulanması gündeme geldi. Gelişmiş ülkeler nükleer santraller yerine enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye yatırım yaparken Meclis’ten “Nükleer Yasa” geçti ve ihale süreci başlatıldı. Bu arada teselli olsun diye “Yenilenebilir Enerji” ve “Enerji Verimliliği” yasaları yürürlüğe girdi.
Çoğu kötü; pek azı iyi haber – buz dağının tepesi misali… Bilim adamları 1980’den beri dünyanın kendini yenileme kapasitesini aştığını söylüyor. Görmediğimiz, küçük gibi görünen ama büyük felaketler dünyanın altını oyuyor. Kokusu olmayan ve gözle görülmeyen zehirli organik ve kimyasal bileşikler doğaya salınıyor, genetiği ile değiştirilmiş organizmalar dünyaya yayılıyor, ülkemiz sınırlarından bile kaçak giriyor. Sinsi bir düşman olan erozyon her geçen gün topraklarımızı alıp götürüyor ve gıda güvenliğimizi tehlikeye atıyor. Bütün bunların ve daha fazlasının nedeni ise içine girdiğimiz tüketim çılgınlığı ve hep daha fazlasını istememiz.
Öyle zamanlar vardır ki büyük değişikliklere gebedir. Sanki zamanın döngüsü kendi yükü altında ezilir. O gerginliği hissedenler çağın farkında olanlar önümüzde açılmaya başlayan geleceğin nereye gideceğinden endişelidir. Azla yetinmek, çokça vermek, tüketmemek, kullanmak, yeniden kullanmak, dönüştürmek bize zaman kazandırır. Ya yeni bir ekonomi yaratılacak ya da hızlı bir çöküşle insanlık kaybedilecek.