Manhattan’ın göbeğinde bir meydan var, adı “Columbus”. Taksilerin fır döndüğü göbeğin ortasında uzun bir sütün, tepesinde heybetli ve gururlu bir adam, ismi Cristopher Columbus. İsmi çok önemli değil, sonu pek de hayırlı olmayan bir adam. Ancak neyi simgelediği çok daha önemli. 1492’de beyaz adamın Amerika’ya ayak basmasını ve sonrasında kıtayı silip süpürmesini simgeliyor. Beyaz adam gerçekten de silip süpürüyor; 500 yıl gibi kısa bir sürede ayrı dil ve kültürlere sahip binlerce yerli topluluğunu yok etmekle kalmıyor, aynı zamanda sayıları milyarları bulan Yolcu Güvercini başta olmak üzere pek çok türün yok olmasına ve 684 türün yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına sebep oluyor.
Columbus’un bilmeden önünü açtığı hareket, her yere sıçrıyor ve git gide şiddeti artıyor. İnsan bitmek tükenmez hırsı ve iştahıyla doğaya saldırıyor. Doğa; bize ve Dünya’ya yaşam veren öz kaynaklar pazarlanıyor. Doğa insanın önünde köşe bucak kaçıyor ve sonunda köşeye sıkışıyor. Günümüzde bilim insanlarının tahmine göre Yerküre’nin üretiminin yüzde 60’ını insanlar kullanıyor. Denizlerde ise sınır tanımayan balıkçılık nedeniyle balinalar açlıktan ölüyor, ekolojik besin ağları paramparça oluyor. Dünya kaynaklarından aldığımız bu pay gün geçtikçe artıyor. Doğanın tamamı pazarlandığında ise pazarlayacak insan da kalmayacak.
NASA(1)’nın birleştirilmiş uydu görüntülerinden birinin ismi “Geceleyin Dünya”. Görüntüde başta Kuzey ülkeleri yani “gelişmiş” ülkeler olmak üzere Dünya ışıl ışıl. Her yerde insan etkinliği var. Her ışık öbeği bir yerleşim. Bütün bu küçüklü büyüklü öbekler birbirine doğayı parçalara ayıran yollarla bağlı. Her ışık öbeğinin etrafında ise o yerleşimleri ayakta tutan, geçimini sağlayan tarımsal ve endüstriyel alanlar var (2). Küçük öbekler ve etrafındaki tarım alanları ise büyük öbeklerin, metropolislerin “hinterland”(3)’ını oluşturuyor. İnsanlar yeryüzüne yayılmış ve yayılmaya devam ediyor. Kısaca insanlık bir portakalın üstünde yayılan küf gibi, yerküre kaynaklarını emip, her tarafı sarıyor ve çürütüyor.
Emilecek kaynak, yayılacak alan kalmayınca insanlık bitecek, canlılığı fakirleşmiş bir Dünya kalacak geriye. Zararın neresinden ve ne kadar çabuk dönersek kârdır. Akıllı davranır ve ekolojik yaşam biçimlerini şu anda, hızla benimsersek belki halihazırda endüstriyel bir bahçeye dönüştürdüğümüz bu Dünya’yı sağaltabiliriz. Elimizdeki bahçe hurdalığa dönüşmüş bir arka bahçe veya insanla diğer canlıların yardımlaşmasına ve birbirini bütünlemesine dayalı bir ekolojik bahçe de olabilir. Dünya’yı gerçek bir bahçe gibi, bir cennet bahçesi gibi işletmeyi başarırsak o zaman belki yok oluşu geriye çevirebiliriz.
Kuzey Amerika’nın Batı yakasında, Oregon eyaletindeyim. Avrupa’dan getirilen istilacı bir kelebeğin yaşam hikayesini çalışan öğrencim Evrim Karaçetin’le Eugene kentini ziyaret ediyoruz. Söylenceye göre Hippi hareketi bu kentte başlamış. Yalınayaklı, uzun saçlı satıcıların doluştuğu pazar yerinde, bin bir barış işareti arasında gözüme bir tişört çarpıyor. Tişörtün göğsüne dizilmiş, “eli tüfekli Amerikan yerlileri”, yani “bizim babayiğit Kızılderililer”. Resmin altında şu sözler yazılı “Anavatan Güvenliği* – 1492’den beri terörle mücadele”.
Sadece Kuzey Amerika’da değil günümüzde bütün Dünya’da amansız bir terör var, ancak terörün gerçek kurbanları insan değil, insan haricindeki canlılar. Canlıların elinde mücadele edecek top tüfek yok. Savunmasız canlılara yaşatılan terörün sorumlusu ise ben, sen, biz, siz, onlar. Hepimiz Dünya’da gerçekleşen katliamların iştirakçileriyiz. Hepimizin insanlık adına Kuzey Amerika’da, Anadolu’da, Cezayir’de, Almanya’da, Sovyetler Birliği’nde, Rwanda’da, Sırbistan’da gerçekleşen katliamların, soykırımların insanlık adına utancını ve yükünü taşıyoruz. Gerçekle yüzleşelim, kendimize aynada bakalım. Dünya’da yaşayan bütün diğer canlılar için, bizim Amerikan yerlilerini öldüren bir ödül avcısından, SS subayından, soykırımcıdan, kendi idealleri için başkalarını harcayanlardan bir farkımız var mı? Geçmişte kınadığımız, vahşeti gerçekleştiren ve kılını kıpırdatmadan seyreden bu insanların davranışını şu anda bizler sergiliyoruz. Torunlarımızın gözüne nasıl bakacağız, tarih kitapları bizim neslimiz için ne diyecek?
Ne yapabilirim sorusunu başkalarından önce kendimize sormamız ve yanıtını kendimizin vermesi gerek.
Voltaire “Candide” kitabında uzun gezi ve maceralardan sonra diyor ki, “Kendi Bahçene Bak”
(1) ABD Ulusal Uzay Ajansı
(2) Günümüzde hâkim söylem ve etkenlerin artık tarıma da bir geçim biçimi değil bir endüstri gözüyle baktığını da bu noktada söylemek gerek.
(3) Bir büyük yerleşim biriminin ayak izinin (başka coğrafyalara, doğaya ve kaynaklarına olan baskısını) yer aldığı, varoluşu için gerek duyduğu ve onu besleyen alanları ifade eden teknik terim.
(4) Anavatan Güvenliği “Homeland Security” Kanunu terörle mücadele etmek için 11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi binalarına yapılan saldırı sonrası ABD’de çıkartılan bir kanun.